Turcomoney'de yayınlanan makalelerim

 

 

 

 

 

 

 

Ali COŞKUN

57. ve 58. Hükümetler                                                                                                   Mart 2019

Sanayi ve Ticaret Bakanı                                                                                                Ankara

 

YEREL SEÇİMLER VE 2019

2018 yılını  % 2,6 büyüme,  %20,30 enflasyon,  % 11 işsizlik değerleriyle geride bıraktık.. Piyasalardaki durgunluk, tüm sektörlerde talep azalması, maliyet artışı, ekonominin itici gücü olan sanayi kapasite kullanımında ( %  66,5)   gerileme piyasanın sürükleyici gücü konut satışlarında ( % 20 ) otomotivde ise ( % 59 ) düşüş devam etmekte.
 OVP Orta Vade Programı yerine getirilen YEP Yeni Ekonomik Program hedeflerine ulaşabilmek için birçok olumlu önlemler alınarak kriz önlenmeye çalışıldı. Ancak döviz kurlarındaki belirsizlik,  enflasyonla tetiklenen hayat pahalılığı ve seçim yarışında dile getirilen bazı endişelerle 2019’a girdik. İlk çeyreğini seçim meydanlarında geride bırakırken beklentiler, hevesler, umutlar nisan ayına kaldı.
Yıllardır seçimlerin havası değişmiyor, seçimler adeta kamplaşmaya dönüşüyor meydanlar karşılıklı suçlamalarla,  iftiralarla,  rencide edici konuşmalarla doldu taştı. Toplumun huzuru bozuldu. Oysaki toplumun birlik ve beraberliğe, istikrara; ekonominin ise sürdürülebilir hızla büyümeye ihtiyacı var.
Geriye dönüp baktığımızda muhtelif zamanlarda siyasi istikrarın bozulduğu dönemlerde, kesimler arası sosyal barışın da bozulduğunu  ve o ortamlarda sürdürülebilir katma değerli ekonomik büyümenin yani ekonomide istikrarlı büyümenin sağlanamadığı görülür. Bu nedenle her şeyden önce  ülkemizde siyasi istikrara ve huzura ihtiyacımız vardır .
Bu günlerde 31 Mart mahalli seçimlerinde özellikle İstanbul, Ankara, İzmir ve benzeri büyük şehirlerle, Türkiye genelinde çıkacak seçim sonuçlarının siyasi dengeleri bozacağı tartışmaları başladı. TV ekranlarında, Yazılı Basında özel sohbetlerde bilen bilmeyen ahkâm kesiyor ve bir kargaşadır sürüp gidiyor…
Şunu öncelikle belirtelim ki ekonominiz iyi yönetilir ve önlemler zamanında alınırsa ülke kaynaklarımız bütün sorunlarımızı çözebilecek durumdadır. Kimse ortalığı gereksiz yere bulandırmaya kalkmasın. Bütün sıkıntılara rağmen ülkemizin geleceğini endişeye sevk edecek bir durum olamaz.
Nihayet bir nisan sabahı yeni yerel yöneticiler belirlenecek ve her şey hedeflenen programlar çerçevesinde yoluna devam edecektir. Yeter ki fayda getirmeyen, ortalığı geren kısır siyasi çekişmeler bir tarafa bırakılabilsin.
Aslında seçimlerin oluşturduğu belirsizlikleri dikkate alacak olursak unutmayalım ki eğer erken bir  seçim olmazsa kısmetse dört yıl seçimsiz bir döneme giriyoruz. Piyasalarda güvenin sağlanmasıyla yeni bir yol haritası çizilerek Hazine  Maliye Bakanı’nın açıkladığı “Ekonomide Dengeleme, Disiplin ve Değişim” hedefli çalışmayı gerçekleştirebilecek gerçekleri yansıtan radikal önlemleri cesaretle uygulamamız halinde dar boğazları aşabileceğiz.
The Economist Dergisinin 2019 yılı araştırma ve yorumlarına göre 2019 yılı beklentileri gerek Dünya’da gerekse Türkiye için olumlu görülmüyor. Ülkemiz için öngörülen büyüme  % 1.
Başta müttefikimiz olan ABD, AB ve yurt dışı finans çevreleri yurt içi gelişmelerimizi dış politikamızı yakından izlemekte zaman zaman haksız davranışlarıyla ülkemizi zor durumlarla karşı karşıya bırakmaktadırlar. Özellikle terör gruplarına verilen tavizler, destekler,  Irak ve Suriye’deki olumsuz gelişmeler, NATO kapsamında sürdürülen Silah Dış Alım politikamız ağırlıklı olarak döviz kurları, enerji fiyatları gibi ekonomimizi doğrudan etkileyecek unsurlar üzerinde oluşturulan tartışmalarla devamlı gündemde tutularak ihtiyacımız olan güven ortamı geciktiriliyor.
Para politikalarının öne çıktığı ekonomimizin faiz – döviz – borsa üçgeninde çırpınmaya yönlendirilmeye çalışıldığı bu günlerde çok dikkatli politikalar gütmek, piyasalardaki durgunluk, finansal zorluklar, maliyet artışları endişe verici boyutlara tırmanmadan güveni sağlayacak tedbirleri geciktirmeden  almak durumundayız.
İlk akla gelen husus önceki makalemizde de belirttiğimiz gibi (*) özel sektör öncülüğünde “yatırım – üretim – ihracat” seferberliğinin devamı için tüm bürokratik engellerin kaldırılmasının yanı sıra uygulanacak “parasal politikaların disiplinli mali politikalarla desteklenip, ciddi boyutta üretim politikaları ile bütünleştirilmesini ”  sağlamak olmalıdır.
Kötümser, karamsar olmayalım, el ele gönül gönüle gayret ederek, toplumda kamplaşmalardan,  israftan uzak katma değerli, sürdürülebilir kalkınma günlerimize kavuşmak beklenti hedefimizle nice yıllara…
(*) Aralık 2018 Turcomoney

 

 

 

HELAL GIDA SERTİFİKASI

 
(ÜRÜN SERTİFİKASINDA İRTİCA KORKUSU...!)
Küreselleşme süreci ile daha da gelişen ticari ilişkiler, başta gıda güvenliği olmak üzere değişik din ve
kültürlerin oluşturduğu davranışların belirlediği tüketim alışkanlıklarının disipline edilemesi sorun haline
gelmiş durumda idi.
Bir taraftan müslüman coğrafyasında halal ürün temini zorlukları ve huzursuzluğu giderek yükselirken
diğer taraftan gıda, giyim ve hizmet sektöründe İslam ülkeleri arasında büyük şansı olan ülkemiz hızla
büyüyen yıllık 200 milyar $ seviyesinde seyreden “Helal Pazar” piyasalarından uzak kalmaktaydı.
Ne yazık ki bu alanda da bazı güç odaklarının laiklik istismarı ve irtica korkutması ile konunun gelişmesi
baskı altında tutuluyordu nitekim bir çok engelle karşılaştık. Hatta bir çok bürokratik üst makam yetkilileri
helal sertifikası çalışmalarımızın bir çok sıkıntı doğuracağını, belirterek bu işlere bulaşmama
telkinlerinde bulundular.
Müsteşarımız Adem Şahin gözetiminde TSE Başkanı Kenan Malatyalı'ya işi dallandırıp ballandırmadan
çalışma yapmaları talimatını verdim.
Dünya ticaretinde İslam Ülkelerine yapılan ürün ihracatına Helal Gıda Standartlarına uygunluk aranması
sonucu Dış İşleri Bakanlığımızın 27 Mayıs 2005 tarihli yazıları ekinde TSE'ye gönderilen İslam
Konferans Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmelettin İhsanoğlu imzalı nota ile Malezya Devletinin Helal Gıda
ile ilgili Uluslararası standart belirlenmesi teklifinin yapılmış olması bizim biraz daha rahat çalışmamıza
imkan sağladı.
Diğer taraftan 22 – 25 Kasım 2005 tarihinde İstanbul'da düzenlenen İKT Ekonomik İşbirliği Daimi
Komitesi (ISEDAK) toplantısında Malezya'nın teklifi Dışişleri Bakanlar Konferansı ile İslam Kültürel ve
Sosyal İşler Komisyonunda görüşülmesi ön görülmüştür.
Bu gecikmeler karşısında bir çok İslam ülkesinde Helal sertifikası ya Malezya tarafından Akredite edlmiş
bazı özel kuruluşlar tarafından örneğin ülkemizde GİMDES Derneği ve Bağlı Helal Ürünleri Araştırma
Enstitüsü tarafından verilen (Helal Food) ya da yahudi grupların çok önemle uyguladıkları “Kosher
Products” sertifikası taşıyan ürünleri tercih ediliyordu.
Sonuçta TSE'nin Uluslar arası The Codex Alimetarius Komisyonunda “İslamı kurallara göre izin verilen
gıda” kapsamında bir standart taslağı hazırlanmasına karar verdik.
Kasım 2007 yılında İstanbul'da yapılan 23. İSEDAK toplantısında benimsenmiş TSE'nin ev sahipliğinde
2008 yılı Nisan ayında 25 islam ülkesinin katılımı ile İslam İşbirliği Teşkilatı Standart hazırlama uzmanlar
grubu çalışmaları sonucu nihayet2011 yılında standartlar kabul edilmiş, böylece ülkemizde yaşanan
baskıcı bir laiklik tabusu daha yıkılmış oldu.
TSE Helal Gıda belgeledirmesi (TS OIC / SM IIC 1) helal hizmet belgesi (ts 13571) standartlarına helal
kozmetik ürünler tse k 202 belgelendirme kriterlerine göre Diyanet İşleri Başkanlığı gözetiminde
yapılmaktadır.
15 – 17 Aralık 2016 yılında Cumhurbaşkanımız himayelerinde İstanbul'da düzenlenen “World Halal
Summit” Dünya Helal Zirvesi; müslüman tüketicinin helal konusunda bilinçlendirilmesine ve bu konuda
köklü olumlu gelişmelere yol açmış bulunuyor.

 

 

TURCOMONEY ARALIK 2018 GÜNÜMÜZ VE GELECEĞİMİZ

Ali COŞKUN
57. ve 58. Hükümetler  Sanayi ve Ticaret Bakanı
Ankara
 

GÜNÜMÜZ VE GELECEĞİMİZ . . !

2018 yılında oldukça hareketli günler yaşadık. Bugünkü yazımda ekonomimizi yakından ilgilendiren üç konuyu paylaşmak istiyorum...

Birincisi; Ekonomimizin son aylarda sürüklendiği darboğazlar;  Cumhurbaşkanımızın belirttikleri doğrultuda gelişmelerin arka planında ülkemizi siyasi ve bölgesel  sorunlar  karşısında zora sokmak için bir üst aklın, dış güçlerin olduğu ayan beyan ortada.
 
Ne var ki; Birçok ünlü ekonomist yeni bir Global krizin olabileceği görüşlerini ileri sürerek ülkemizin bu krizden en fazla etkilenecek ülkeler arasında olduğunu belirtmektedirler.
 
Bu görüşe kaynak olarak; Borç yükümüz: ( Kamu: 140.9 , Özel sektör: 325.1 Toplam 466 Milyar $) Bütçe açığı, Cari açık, Döviz Rezervimiz, İşsizlik ( Ağustos 2018: Açıklanan  %11.1 Gerçek işsizlik : 16.6) Büyüme, Yüksek faiz ( % 28 - % 37 ), Yüksek enflasyon ( % 25,24), Tasarruf oranındaki gerileme, piyasalardaki durgunluk ve darboğazlar vb. ekonomik göstergeler üzerinde durulmaktadır.
 
Gerçek olan,  güven ortamının sarsılmasıyla parasal politikaların öne çıktığı ekonomimiz; faiz-döviz-borsa üçgenine sürüklenme eğilimindedir.
 
Bu tablo karşısında kırılgan durumda olan ekonomimiz üzerine kurgulanan oyunların önlenmesi doğrultusunda tuzağa düşmeden, kötü niyetli girişimlere fırsat vermeden hükümetçe gerekli önlemlerin zamanında alınması ve ilgili kuruluşlarca da milli bir anlayışla desteklemesi yerinde olmuştur.
 
Yıllardır uygulanan ancak sonuçları tutturulamayan üç yılık OVP Orta Vadeli Programın yerine yeni bir anlayışla “Büyümede Denge Tasarrufta Seferberlik” başlığı ile ve sunulan aşağıda özeti verilen YEP Yeni Ekonomik Programın gerçeklere yakın kabul edile bilinir değerlerle uygulanmaya konulması,  inandırıcı olmakla birlikte unutmayalım ki sonuç uygulamamızdaki başarıya bağlıdır.
 
TABLO : YEP..!
 
Bu vesileyle önceki makalemde (*)  yazdığım ve önemli gördüğüm bir hususu burada tekrarlamak istiyorum. “Makroekonomik zorlukları yenerken mutlaka parasal politikalar, disiplinli mali politikalarla desteklemeli ve ciddi üretim politikaları ile bütünleştirilmelidir. “Ancak bu uygulama sonucu hükümetimizin hedefi olan: Üretim-yatırım-ihracat seferberliği sağlıklı olarak gerçekleşebilir.
 
 
Görünen o ki; alınan önlemler bir kaç ay içinde sonuçlarını vermeye başladı. Yeni pazarların katılmasıyla ihracatımızdaki olumlu gelişme, yurtdışı kaynaklı yabancı satışların da etkisiyle Türk Lirasının değer kazanmaya başlaması,  uygulanan vergi indirimleri sonucu satışları hareketlenen otomotiv, beyaz eşya, mobilya ve gayrimenkul sektörlerindeki  Pazar daralmasının normale dönmesi, turizmde beklenen olumlu gelişmeler sevindirici sonuçlardır.
 
Bu arada piyasadaki gelişmelere hız verebilmek açısından müteahhitlerin ve müstahsillerin alacaklarının Devlet kuruluşlarınca ödenmesi, KDV mahsuplaşma işlemlerinin hızlandırılması yerinde olacaktır. Zira bir çok sektörde piyasa durgunluğu devam etmektedir.
 
Vatandaşlara hayat pahalılığı şeklinde yansıyan yükler dikkatle analiz edilerek yeni tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir. Basına intikal ettiğine göre vatandaşların tüketici kredileri ( 536.2 Milyar TL ) ve Kredi kartı ile  (99 Milyar TL) sorumsuzca borçlandıkları ve borçlarını ödeyemeyecek durumda oldukları dikkat çekmektedir. Diğer taraftan senet-çek protestoları ve icra olayları toplumu rahatsız edici seviyelere ulaşmış durumdadır. (2018 yılında devreden dosya 20 Milyon civarında olup yıl içerisinde de 8 milyon ilave beklenmektedir.)
 
Zorunlu maliyet artışları ve pazarda oluşan darboğazlar sonucu zora giren işletmelerimize ilgili bakanlıkların ve başta bankalar olmak üzere diğer kuruluşların hassasiyetle yaklaşması önem arz ederken sorumsuzca ve fırsatçılıkla ortaya atılan konkordato  (İflas anlaşması) söylentileri ise üzücü gelişmelere yol açmaktadır,
 
İkincisi: Toplumun ahlak anlayışı; Son yıllarda halkımızın sosyal gelişmesi ekonomik gelişmenin önünde seyrederken,  piyasalara yabancı marka hayranlığı ile tüketim ekonomisi, gösteriş ekonomisi ve israf ekonomisi hakim olmaya başladı. Toplum olarak ürettiğimizden çok tüketme eğilimi dikkat çekmektedir.
 
Bu çerçevede gıda güvenliği başta olmak üzere bir çok fırsatçının haksız fiyat artışları, kalite bozukluğu, yalan beyan aldatma vb. konularda bir çok alanda  ticari ahlak (**) konusunda da üzücü tablolarla karşı karşıya kalıyoruz. Oysaki toplumun her kesimi kişi ve aile olarak ya da kuruluşlar ve kurumlar olarak doğabilecek “Kul Hakkı” konusunda yüce yaratanın affetmediği sorumlulukları vardır.
 
Aslında bu olumsuz çirkin gelişmeler toplumumuzun kültürüne manevi dünyamızdaki beklentilerine yakışmıyor. Amerika’da George Washington Üniversitesinde Uluslararası Araştırmalar Bölümünde birkaç Müslüman İlim Adamının Mukaddes Kitabımız Kur’an’a göre yalan söylememek, hile yapmamak, iftira etmemek, haksız kazanç sağlamamak, sözünde durmak, kul hakkını korumak, adil davranmak vb. Ahlak kurallarını sıralayarak ülkelerin vatandaşlarının bu kurallara uygunluklarını araştırmışlar.  Açıklanan rapora göre ne yazık ki Malezya 39, Türkiye 103. Sırada olup ilk sıralarda: İrlanda, Yeni Zelanda, Finlandiya, İsveç gibi ülkeler yer almakta.
 
Üçüncüsü:  Geleceğin ekonomik ve Teknolojik gücü;
 
Yukarıda çok özet olarak bahsettiğimiz gelişmeler ışığında ülke gündemimizin artık değişme zorunluluğu vardır. Kısır siyasi çekişmelerle zaman ve güç kaybetmekteyiz.
 
Amerika vatandaşı Profesör Yuval Harras’ın son kitabında: “Eski zamanlarda toprak en önemli servet ve güçtü. Toprak sahibi aristokratlar ve köle olan halklar vardı. Sonra endüstri devrimiyle makinalar toprağın yerini aldı. Kapitalistler ve emekçi sınıfları oluştu. Gelecekte ise bilişim teknolojileri öncülüğünde dünyamıza “Data” Veri gücü hakim olmaya başlayacağını” belirtiyor.
 
Yine muhtelif İlim adamlarına göre insanın beynindeki biyolojik bilginin ( Bio-Tech) ölçülerek ne düşündüğü ne istediği belirlenerek. (İnfo-Tech) Bilgisayar ortamında takip edilebilecektir. Yapay zekâ gelişimiyle internet “Bulut” kullanımı sonucu yaklaşık dört milyar yıldır organik olarak şekillenen insanların yaşama biçimi inorganik yaşama dönüşerek toprak, endüstri hâkimiyeti  “veri” hâkimiyetine dönüşecektir.   
 
Öyleyse geldiğimiz noktada kendi kendimizi sorguya çekerek:  “Biz bu gelişmelerin neresindeyiz…?  Sanayimiz 4,0‘ın neresinde..? “
 
2002 yılında kurulan hükümetimizin ilk yıllarında ciddi temelleri atılan ve sanayi-üniversite işbirliğinin ciddi yansıması olan Teknoloji Geliştirme Bölgelerini, Teknoparkları teknokentleri ne kadar destekleyebiliyoruz? 
Yüksek teknoloji olarak geliştirilen yerli ve milli ürünlere ne kadar sahip çıkabiliyoruz.
 
Anlaşılan o ki, bu konularda alınacak çok yolumuz var. Unutmayalım ki Ar-ge ve inovasyon’a önem vererek teknoloji öncülüğünde her dalda ve özellikle yerli ve milli sanayimize sahip çıkamazsak ekonomik ve teknolojik sömürge olmaktan kurtulamayız.
 
Türkiye şimdiye kadar çok badireler atlattı, bu günleri de atlatır. Atalarımızın öz deyişiyle tekrarlayalım “Bu da geçer Ya hu…! Yeter ki irademizi doğru yolda kullanalım.
 
Nice huzurlu, mutlu yıllara ulaşmak dileklerimle.
 
 
(*) Yeni Döneme Girerken Ekovitrin Temmuz 2018
 
(**) Ticari Ahlak Turcomoney  Ağustos 2012

 

 

 

 

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------