SANTEZ PROJESİYLE SANAYİ ÜNİVERSİTE İŞBİRLİĞİ BAŞLADI...

İş hayatına atıldığım günden beri Türkiye'de iki konunun eksikliğini hissetmişimdir, birincisi sanayileşmede çok önemli bir unsur olan teknik insan gücü oysa ki Türkiye'de sanki kasıtlı olarak sanayinin gelişmemesi için Meslek Liselerinin yeterince desteklenmemesi hatta bazı dönemlerde ideolojik düşüncelerle bunların önlerinin kesilmesi, üniversitelere girişlerinin önlenmesi gibi hakikaten düşündürücü, ibret verici gelişmeler yaşadık

İkincisi araştırma geliştirme faaliyetlerinin hiç denecek kadar desteklenmemesi ve gündemde de yerini almamasıdır. Bu sebeplerle İstanbul Sanayi Odası Meclis Üyeliğine seçildiğim tarihlerden itibaren bu konuların üzerinde ağırlıklı olarak durdum. Gerek Oda meclis konuşmalarımda gerekse gazeteye verdiğim beyanatlarda ve özellikle Türkiye Odalar Borsalar Birliği Başkanlığım sırasında bu konuda söylemiş olduğum bazı görüşlerimi özet olarak sunmak istiyorum.

Teknolojik transfer beyinden beyine göç olayıdır, bu beyinleri sağlam bir eğitim politikası ile yetiştiremezsek sanayi gelişmesini elde etmemiz mümkün olamaz, ayrıca yetişen ve gelişen beyinlere uygulama sahaları açılamadığı takdirde beyin göçü engellenemez ve yetişmiş hedefleri amaçları olan teknik elemanlarda yurt dışına göçerler.

Teknolojik gelişmeleri kavrayacak beyinleri yetiştirmek eğitimden geçer. Yeni teknolojileri üretemez, transfer ettiğimiz teknolojileri geliştirip Türkiye şartlarına uygulayamazsak çağın dışında kalırız.

Tarihin derinliklerinde batı ülkelerinin gelişmemiş ülkelerin ham maddesine sahip çıkmak için kurmuş olduğu sömürgecilik anlayışı  günümüzde şekil değiştirmektedir. Bu kez ekonomik ve teknolojik sömürge haline gelir ve ülkeyi sömürülmekten kurtaramayız, hatta ekonomik bakımdan bağımsızlığımızı elde edemeyiz.

Bu tür düşüncelerle hem İstanbul Sanayi Odası günlerinde anlattığım gibi üniversitelerle iş alemiyle gerekli cabaları sarf ettim. Odalar Borsalar Birliği Başkanı olduğum zaman elde edemediğimiz bu Sanayi – Üniversite iş birliğine bir adım olması bakımından mevcut üniversite rektörlerine, dekanlıklarına resmi yazı yazarak halen üniversitelerde yapılan araştırma ve doktora çalışmaları ya hocaların hazır olduğu konularda ya da öğrencinin seçtiği fakat hocanın da kabul ettiği konularda yapıldığını, bu doktora tezleri de şimdiye kadar %1 ölçüsünde bile Türk sanayine, Türk iş dünyasına faydalı olarak kullanılmadığını da üzüntü ile tespit etmiş bulunuyoruz. Bundan böyle iş dünyamızın ihtiyacı olan konularda araştırma, geliştirme ve doktora çalışmaları yaptırdığınız takdirde bize bildireceğiniz konu ve bütçe yüksek istişare kurulumuz tarafından incelenip finansmanı tamamen Birliğimizce karşılanacaktır duyuruda bulunduk,, temasları yürüttük ve bir müddet sonra bu tür doktora çalışmaları başladı, giderek gelişti. Hatırladığım kadarıyla bir iki yıl içerisinde 70'in üzerinde doktorayı biz finanse ettik ve Sanayi – Üniversite ilişkilerinin kapısını açmış olduk. Bu doğrultuda Sanayi Tezleri Projesini de ele aldık ve Sanayinin sorunlarını uzman arkadaşların hazırladığı ön raporlarla Üniversitelere bildirerek müşterek çalışma imkanları sağladık.

Ne yazık ki sonraları herhalde ihmal edilerek bu çalışmaların durdurulduğunu Bakan olduğum zaman öğrendim ve yeniden bakanlıkta sanayi tezlerini çalışmalarını başlattık. Bu o kadar ilgi gördü ki zamanla proje üretme konusunda kuluçka merkezleri haline geldi.    

Bilindiği gibi Avrupa Birliğinde çerçeve fonları bulunmaktadır ve bu çerçeve fonlarına hem asıl üye hem de üye olacak gelişmekte olan ülkeler kendi bütçelerinden bir fon öderler. Türkiye'nin o yıllarda (2002 yılında) 600 – 700 milyon $ ödediğini fakat proje bazında 150 – 200 milyon $'lık bir destek aldıklarını tespit ettik. Bunun üzerine Brüksel'de ilgili Komiser'le görüşmemizde Türkiye'den proje gelmediğini dile getirdiler. Avrupa Birliği çerçeve fonlarının yönetimi Türkiye'de TUBİTAK başkanlığıydı ve çalışmalardan altı – yedi aydan önce cevap alınamıyordu. Yazılı müracaatımıza rağmen Başbakanlık TUBİTAK'I bakanlığımıza bağlanamadı. Sonra ki yıllarda bağlansa da o yıllarda gerekli atılımları yapmakta geciktik. Dolayısı ile biz SAN-TEZ projelerini İlim Kurulunda değerlendirip TUBİATK'a arz ediyorduk, TUBİTAK'da  uygun gördüğünü  Brüksel'e sunulabilindi ve 50 milyar €'nun üzerinde olan çerçeve fonlarından böylece son yıllarda daha yüksek oranda  destek aldığımızı öğrenmiş bulunuyoruz.

Bununla da iktifa etmedik ve ilk defa 26 üniversite ile Teknoloji Geliştirme Bölgelerini kurmak nasip oldu. Artık Araştırma Geliştirme faaliyetleri sağlanan teşviklerle o kadar hızlı gelişiyordu ki sanayicilerimiz çoğu zaman bu bölgelerde yer bulmakta zorluk çekmeye başladılar. Bu kez bu üniversitelerin rektörlerinden oluşan bir koordinasyon kurulu kurduk ve o kurullarda da yapılan görüşmelerden istifade ederek hem karşılıklı dayanışmayı sağladık hem de daha doğru, isabetli kararlar almanın istişare imkanını bulmuş olduk. Bu koordinasyon toplantılarından elde ettiğimiz bilgilerden sonra bakanlık olarak da tavsiye mahiyetinde de bazı teknoloji bölgelerini de ihtisas bölgeleri haline getirmeye çalıştık Örnek olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesinde daha çok Bilişim Teknolojileri, Hacettepe Tıp Fakültesi Teknoloji Bölgesinde Tıp Teknolojisi, İstanbul Teknik Üniversitesi bölgesinde Otomotiv Sanayi, Yıldız Teknik Üniversitesinde ise yine Bilişim Teknolojileri önde olmak üzere karma Teknolojilere ayrı önem verilmesi tavsiyelerinde bulunduk ve bu gün memnuniyetle öğreniyoruz ki bir çok teknoloji bölgesinde artık sadece yurt içinde sanayi ve  iş dünyası için değil, teknoloji geliştirilerek ihraç edilmektedir.

Bütün bunlara rağmen henüz gelişmekte olan ülkelerin Ar-Ge harcamaları seviyesine ulaşmış değiliz. 2014 yılı sonu itibarı ile Milli Gelirimizin %1 seviyesine henüz ulaştık. Oysa ki gelişmiş ülkelerde bu oran bizden çok daha büyük  GSYİH’ larının %  3 ‘ leri seviyesindedir.